
Sinemanın Ortaya Çıkışı
Sinema, kamera aracılığıyla elde edilen görüntülerin ışık aracılığıyla beyaz bir perdeye yansıtılmasıdır. Sesli veya sessiz fakat hareketli görüntülerin tümüdür. Sinema tüm sanatları içeriğinde barındırabilir bu onu diğer sanatlardan ayırmaktadır. Ayrıca sinema diğer sanatlar gibi ve onlardan çok daha fazla propaganda amacıyla kullanılmaktadır. Bu da sinemanın gelişimini hızlandırmıştır. Yaklaşık 100 yıllık bir tarihi olmasına rağmen büyük bir gelişme gösterip son on yıllarda ise üç boyutlu teknolojiyi kullanmaya başlayarak kendisini geliştirmeye devam etmektedir. Bu gelişimin diğer sebeplerinden biri ise çok büyük bir endüstri olmasıdır. Bir yandan küreselleşmeyi hızlandırırken bir yandan da küreselleşmeden beslenmektedir. Özellikle Amerikan ekolü diğer adıyla Hollywood tüm dünyaya hâkim bir konuma gelmiştir. Milyarlarca dolarlık bir sektör oluşmuştur.
Sinema kültürlerarası etkileşimi arttırırken, diğer kültürler hakkında da bilgilendirmektedir. Ortaya çıktığı kültürün yansımalarını filmlerde görmekteyiz. Hatta artık 3-4 ülkenin ortak yapımı filmler ortaya çıkarak bize bu ülkelerin kültürlerini yansıtarak göstermektedir.
Sinema sözcüğünün kökeni Yunanca hareket anlamına gelen kinema sözcüğüdür.Bu kökenden yola çıkarak işleyişi ile uyuştuğunu söylemek mümkündür. Fotoğraf makinesinin ortaya çıkması ile sinema için de adım atıldı. Bir anlamda sinema hareketli fotoğraflardır. Aslında daha doğru tabir kullanırsak fotoğrafların belli aralıklarla çekilmesi ve arka arkaya oynatılması gözümüzde hareket ediyor yanılgısı oluşturur. Bu anlamda insan gözündeki bu yanılgı sinemanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Günümüzde kullanılan modern kamera tekniği olarak saniye de 24 kare fotoğraf çekilmesidir.
Sinemanın ortaya çıkışını tek bir kişiye mal etmek imkansızdır. Eadweard Muybridge’nin hayvan hareketleri gözlemleyebilmek için icat ettiği ‘Zoetrope’(Fotoğraf Tüfeği) ve 20.yüzyıl’ın en önemli mucitlerinden Thomas Edison’un Kinetoskop’u kameranın icadında önemli adımlardı. Fakat günümüzde 28 Aralık 1985 tarihinde iki Fransız genci Louis ve Auguste Lumier kardeşlerin Paris’te Capucines Bulvarı’ndaki Grand Cafe’de düzenledikleri gösteri sinema tarihinin doğuşu kabul edilir. Bunun sebeplerini incelediğimizde Lumier kardeşlerin icat ettiği ‘Cinematograph’ (Sinematoğraf) makinesi görüntüyü duvara yansıtabilerek insan topluluklarına gösterebilmesiydi. İşte bu tarihten itibaren sinemanın yükselmesi artık başlamış bulunmaktaydı. Lumier kardeşlerinin ilk iki filmi ‘’L’arrivee d’un train en gare de La Ciotat(La Ciotat Garı’na Bir Trenin Girişi)’’ ve ‘Lumier Fabrikasından Çıkan İşçiler’ idi.
Türk Sinemasının Başlangıcı
Türk sinemasının başlangıcı, Türk halkının ise sinema ile tanışması tam tarih verilememekle birlikte 1896-97 yıllarında olduğu sanılmaktadır. İlk olarak Charles Pathe, Lumier kardeşlerden bu yeni icadı alamayınca kendi icat etti. Lumier kardeşlerin ticarete girmekte geç kalması Pathe’nin işine yaradı ve kendine bu alanda kısa sürede yer edindi. Sigmund Weinberg , Pathe’nin kamerası ile İstanbul’da bir birahane de Lumier kardeşlerin çektiği vb. birkaç kısa filmi göstermesiyle başlamıştır. Bu gösteri ile ilgili aynı yıllara ait Ercüment Ekrem Talu’nun çok değerli bir anısı bize ilginç bilgiler vermektedir:
‘’Avrupa’nın bir yerinde bir istasyon, bacasından fosur fosur duman kara dumanlar savuran bir lokomotif, peşinde takılı vagonlar duruyor. Rıhtım üzerinde telaşlı telaşlı insanlar gidip geliyor. Ama ne gidiş geliş! Hepsini sara nöbetine tutulmuş sanırsınız. Hareketler o kadar hızlı, ölçüsüz ve acayip ki…
Tren kalktı, bittabi sessiz sedasız. Aman yarabbi! Üstümüze doğru geliyor. Zindan gibi salonun içinde kımıldamalar oldu. Trenin perdeden fırlayıp seyircileri çiğnemesinden korkanlar ihtiyaten yerlerini terk ettiler galiba. Hani ya ben de korkmadım değil; lakin merak galip gelip beni iskemleye mıhladı. Bereket versin ki tren çabuk geçti. İki dakika kadar ara verdiler. Bu sefer bir boğa güreşi seyrediyoruz. Azılı hayvanlar perde de üstümüze doğru seyrettikçe yüreğimiz ağzımıza geliyor. Bu film daha yaman. Onu önceden göstermiş olsalardı salonda kimsecikler kalmazdı. Tren bizi sinematografa alıştırmış oldu. ’’
İkinci olarak ise 1897 başlarında saraya girdiği bilinmektedir. Tabi bunu özel bir gösterim kabul etmemiz gerekmektedir. Bununla alakalı olarak II.Abdülhamit’in kızlarından Ayşe Osmanoğlu’nun verdiği bilgi bu konuda biraz olsun ışık tutuyor:
‘’İtalyanlardan başka Bertrand ve Jean adında iki Fransız daha vardı. Bertrand taklit ve hokkabazlık yapar, her sene babamdan izin isteyerek Fransa’ya gider, birtakım yeni şeyler öğrenip gelirdi. Saraya sinemayı bu getirmiştir. O zamanki sinemalar şimdiki gibi değildi. Perde büyük fırçalarla iyice ıslatılır, küçük parçalar gösterilirdi. Bu parçalar pek karanlık görülür, filmler bir dakika da biterdi. Bununla beraber çok yeni bir şey olduğundan hoşumuza giderdi.’’
Bu bilgileri incelediğimizde ise 1896 yılındaki Pera’daki gösteriyi ilk kabul etmek gerekmektedir. Sinemanın doğuşunda olduğu gibi halka açık ilk gösteri başlangıç noktası sayılmalıdır.

Ayrıca Sigmund Weinber, II.Abdülhamit’e 1899’da sinamatoğraf kataloğu sunduğu ve ordunun çekimlerini yapmak için izin istediği biliniyor. II.Abdülhamit’in casusluk faaliyetlerinden dolayı izin vermediğini düşünmek durumundayız. Bunun sebebi ortada çekimlerle alakalı film bulunmamasından dolayıdır. Yine bu konu ile alakalı olarak Lumier Kardeşlerin operatörlerinden Eugene Promio’nun 1896’da İstanbul’a gelerek Haliç ve Boğaziçi’nde çekimler yaptığı biliniyor. Promio anılarında İstanbul’a gelişinden şöyle bahsetmektedir:
‘Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığım geziye gelince, kamerayı bu ülkeye sokmada karşılaştığım zorluğa başka hiçbir yerde rastlamadım. Abdülhamit yönetimindeki o dönemde, kolla çalıştırılan her aygıt tehlikeli sayılıyordu. İmparatorluğun sınırlarından geçebilmem için Fransız elçisinin araya girmesi ve kimi görevlilerin ellerine sanki yanlışlıkla tutuşturduğum paraları geri almayı unutmam gerekti. Böylece İstanbul, İzmir, Hayfa, Kudüs ve başka kentlerde çalışabildim.’’
Tüm bu bilgiler ışığında sinemanın, sinematoğraf icat edildikten yalnızca bir sene sonra Türkiye’ye de giriş yaptığını görüyoruz. Fakat Türk Sinemasının başlangıcı olarak 1896’yı kabul edemeyiz. Çünkü ortada bir Türk yönetmen tarafından çekilen bir film bulunmamaktadır. Türk sinemasının başlangıcı için 1914’ü beklememiz gerekmektedir.



1914’e kadar sinema Türkiye’de vardı. Birçok büyük şehirde sinema salonları mevcuttu fakat bu Türk sineması değildi. Yine de bu geçen süreç bize Türk sinemacıları da kazandırmıştı. Fuat Uzkınay, Cevat Boyer, Şakir ve Kemal Seden gibi isimler bu süreçte yetişmiş ilk Türk sinemacılardı. İlk Türk sinemacı olarak ise Fuat Uzkınay kabul edilmektedir. Bir gösteri sırasında Türkiye’ye sinemayı getiren insan olan Weinberg ile tanışan Uzkınay sinematografa merak saldı. Weinberg’ten bu aracı kullanmayı öğrenen Uzkınay, Kemal ve kardeşi Şakir Beylerle (Sonradan Seden soyadını alacaklar) ortak bir sinema salonu açtı.



İlk Türk filmi olarak anılan ‘Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı’’ ise Fuat Uzkınay tarafından çekilir. 1876-77 Osmanlı-Rus savaşından yenilgiyle çıkan Osmanlı ağır bir anlaşma imzaladı Ruslar tarafından kendi kayıpları anısına Yeşilköy’de (Ayastefanos) bir Rus anıtı dikildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun I.Dünya Savaşı’na girmesi ile birlikte Rusların karşı bloğunda yer aldı. Bu sebepten dolayı bu abidenin yıkılmasına karar verildi ve bunu filme kaydetmek için ise Fuat Uzkınay görevlendirildi. Böylece bu film 14 Kasım 1914’te çekildi. Günümüzde bu film kayıp olsa da ilk Türk filmi olarak kabul edilmektedir.



Çekimlerine 1914’te başlansa da savaş sebebiyle yarım kalan ve 1918’e tamamlanan ‘Himmet Ağanın İzdivacı’’ da önemlidir. İşte bu dönemden sonra Türk sineması emeklemeden yürümeye geçti.



Sinemamızda Merkez Ordu Sinema Dairesinin (MOSD) çok önemli bir yeri vardır. Almanların sinemayı propaganda olarak kullandığını gören Enver Paşa aynı amaçla 1915’te bu daireyi kurar. Bu dairenin başına getirilen Weinberg, uyruğu nedeniyle bir sene sonra bu görevden alınır. 1916 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Romanya’ya savaş ilan etmesi ana sebeptir. Kendisi Romanya uyruklu bir Leh Yahudi’siydi. Weinberg yerine Fuat Uzkınay görevlendirilir. Zaten Weinberg’in yardımcılığını yapan Uzkınay çalışmalarına tüm hızıyla devam eder. MOSD aynı zamanda savaşa döneminde kolordularda fotoğrafa meraklı gençleri görevlendirip sinema araçları veriyordu. İlk sinema çalışmaları ordu eliyle askeri ve propaganda amaçlı geliştirilmiş oluyordu.



Savaş sonucunda Osmanlı İmparatorluğu yenilince işgallerin başlaması sebebiyle MOSD’nin elindeki araç ve gereçler Malul Gaziler Cemiyeti’ne aktarıldı ve yine başına Fuat Uzkınay getirildi. Uzkınay bu cemiyetin başında çalışmalarına devam etti. Yine bu süreçte 1919’da Mürebbiye adlı filme bir Fransız kadınının olumsuz temsili nedeniyle işgal kuvvetleri tarafından ilk sansür uygulandı.
Kaynakça
Scognamillo, Giovanni. Türk Sinema Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2010.
Teksoy,Rekin. Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi. İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2005.
Ercüment Ekrem Talu,’’İstanbul’da İlk Sinema ve İlk Gramofon’ ’Perde-Sahne Dergisi, S.7,15 Ekim 1943.
Kompresörle Yüksek Performans